Bayburt
DOLAR38.7786
EURO43.8944
ALTIN4135.9
Dr. Murat Oltulu

Dr. Murat Oltulu

Mail: [email protected]

Taş ve Zihin: Bir Şehrin Mimarisine Bakarken

Bir şehri anlamak, yalnızca onun sokaklarında yürümekle değil, o sokakların ne anlatmak istediğini duyabilmekle mümkündür. Mimari, bu bağlamda sessiz bir dil gibidir; toplumların zamanla nasıl düşündüğünü, nelere inandığını, neyi önemsediğini ve neyi ihmal ettiğini ifşa eder. Her taş, her duvar, her açıklık ve her kapalılık aslında bir kültürel tercihin, bir toplumsal tahayyülünmaddi izdüşümüdür. Kent kuramcısı Kevin Lynch’in sözünü ettiği “şehir imgeleri”, bir kentin biçiminin onun zihinsel haritası olduğunu ortaya koyar (Lynch, 1960). Bireylerin şehirle kurduğu ilişki; yön bulma biçimlerinden aidiyet duygusuna, kamusal alanları nasıl kullandıklarındanestetikle ne ölçüde hemhal olduklarına, düşünsel ve bilişsel bilimlerle ne düzeyde etkileştiklerine kadar birçok şeyi belirler. Henri Lefebvre ise şehrin fiziksel biçiminin aslında sosyo-politik bir ideoloji tarafından üretildiğini vurgular (Lefebvre, 1991). Mekân hiçbir zaman nötr değildir; aksine, o toplumun değerlerinin, çatışmalarının ve arzularınınkristalleşmiş hâlidir. Bu bağlamda, bir şehirdeki yapılar, halkının bilgiye, zamana, ruha ve güzelliğe nasıl baktığının da mimari ifadesi hâline gelir.

Anadolu’nun kuzeydoğusunda yer alan ve dışarıdan bakıldığında çoğu zaman “sakin” ya da “küçük” gibi sıfatlarla tanımlanan bir şehirdeki mimariyi incelediğimizde, karşımıza görünüşte basit ama rahatsız edici derin bir dokuyla karşılaşırız. Bu şehrin mimarisi, tarihsel süreksizliğiyle, doğal çevreyle kurulamamış uyumla ve zaman içinde gelişen kaotik yapılaşmayla bir zihniyetin aynasına dönüşür.

Taşın Hafızası, Zamanın Yüzü

Bu taşra şehrinin mimari geçmişi, özellikle 19. yüzyıldan itibaren gözlemlenebilen taş mimarisiyle belirginleşir. Bu döneme ait konutlar, yerel taş malzemenin ustaca işlenmesiyle ortaya çıkar. Eğimli yamaçlara yerleştirilmiş sokaklar, birbirine sırt vermiş iki katlı yapılar, dışa kapalı ama içte derinleşen avlular; mahremiyet ile doğallığın iç içe geçtiği bir mekânsal anlayışı temsil eder. Bu yapılar yalnızca iklime uygun değil, aynı zamanda toplumsal yapının da somut izdüşümüdür: Geniş aile yaşamı, kolektif dayanışma, toplu yaşama pratikleri mekân organizasyonunda kendini gösterir. Ancak Cumhuriyet’in erken döneminden itibaren, özellikle 1950’lerle birlikte bu düzen çözülmeye başlar. Modernleşme adına ithal edilen yapı malzemeleri ve şehircilik anlayışı, yerel mimarinin zamana karşı geliştirdiği direnci kırar. 1980 sonrası ise, geleneksel siluete en ağır darbelerin indirildiği dönemdir. Çarpık apartmanlar, estetikten yoksun betonarme yapılar ve yalnızca fonksiyonelliği önceleyen zihniyet, taşın anlamını ve estetiğini ihmal eder. Bugün şehir merkezinde yan yana sıralanmış, estetik hiyerarşiden ve tarihsel bağlamdan yoksun yapılar; bir mimari hafıza yitiminin görsel tanıklığıdır.

Mimari Çöküşün Sosyolojik İzleri

Mimari, bir kentin ruhudur. Ve bu kentin günümüzdeki mimarisi, yalnızca fiziksel değil; düşünsel, estetik ve sosyolojik bir çöküşün ifadesi olarak belirir. Yapılaşma planlı değil, tepkiseldir. Geleceğe dair herhangi bir tahayyül yoktur; mimari, günü kurtarma refleksiyle hareket etmektedir. Bu tavır, sadece yapılı çevrenin değil, toplumsal tahayyülün de gerilediğinin bir göstergesidir. Bugünkü mimari kaos, belki de bir zihinsel dağınıklığın dışavurumudur. Turgut Cansever’in ifadesiyle, “kötü şehirler kötü insanlar üretmez belki ama, iyi düşüncenin yeşereceği zemini ortadan kaldırır” (Cansever, 2010). Estetik kaygıdan yoksunluk, kamusal alanların yokluğu ve kolektif “görsel tahayyül”ün eksikliği, şehirleri yalnızca geçilen değil; terk edilen yerlere dönüştürür. İnsanlar artık şehre bakmaz; yalnızca onun içinden geçer. Rastgele yükseltilmiş apartmanlar, birbirine sırtını dönmüş yapılar ve gelenek ile modernlik arasında sıkışıp kalmış bir mimari yönsüzlük hüküm sürmektedir. Şehir ne geleneksel dokusunu koruyabilmiş ne de anlamlı bir modernleşme inşa edebilmiştir. Bu ikilik, yalnızca fiziksel değil; aynı zamanda zihinsel, estetik ve sosyolojik bir kırılmadır.

Taşın Sessizliği, Zihnin Gürültüsü

Bugün bu şehrin mimarisi bize sessizce şunu söylüyor: “Ben hatırlamayı unuttum.” Oysa mimari, yalnızca barınmak için değil; hatırlamak ve hatırlatmak içindir. Sanatın, bilimin ve tekâmülün geliştiği; insanın kökleriyle ve geleceğiyle bağ kurabildiği bir alan olmalıdır. Taş yapıların yerini alan kimliksiz betonlar, yalnızca malzeme değişimini değil; aynı zamanda bir zihniyet dönüşümünü de temsil eder. Ve bu nedenle, bugünkü mimari manzara bize modernliğin değil, hafızasızlığın portresini sunar.
Unutmamak gerekir ki, insan bir şehri inşa eder… sonra şehir insanı. Taşın sessizliğiyle zihnin gürültüsü arasında sıkışmış kentler, bugünün insanına yalnızca bir mekân değil, bir maruz kalış sunar. Ve işte tam da bu yüzden, mimari sadece estetik değil; ahlaki bir sorumluluktur.

Facebook Yorum

Yorum Yazın

Ana Sayfa
Web TV
Foto Galeri
Yazarlar