“Olasılıklar dünyası” demiştik bir önceki yazımızda. Olasılık kavramının kendi içerisinde bir müphemliği içerdiği yadsınamaz kuşkusuz. Bununla birlikte tüm bu giriftliğin konusu olan “dünya” sözcüğünü, gündelik hayatta farklı form ve bağlamlarda oldukça sık, misafir etmekten geri durmayız cümlelerimizde. Birkaçına değinmek gerekirse, “sanat/basın/yeraltı/magazin/geçim/iş dünyası”, “iç/dış/eski/yeni/fani/öbür dünya”, “dünya-evi/gözü/görüşü/kelamı/malı/nimeti”, “ahı dünyayı tutmak”, “dünya bir, işi bin”, “dünya dönüyor dostlar, biz dönmüşüz çok mu?”, “dünyada tasasız baş, bostan korkuluğunda bulunur”, “dünyanın ucu uzundur”, “dünya tükenir, yalan tükenmez”, “dünyaya yuf borusu öttürmek”, “dünyevi” ve daha pek çok kullanım.
Peki nedir acaba bu kadar yaygın bir kullanıma sahip dünya sözcüğü ile kastedilen? Daha da önemlisi bu müphem kavram ile insan arasında nasıl bir ilişki bulunmaktadır? Yoksa bu ikisi birbirinden bağımsız mıdır ve öyleyse eğer ne bakımdan bağımsızdırlar? Kısacası bu sözcüğü kullanırken ne kastettiğimizin farkında mıyız?
Bu soruya olumlu cevap vermek, Cabral’a göre, pek olası görünmüyor. Çünkü o, sözcüğün son derece çelişkili ve tehlikeli bir halde, anlamını çokanlamlı olacak bir şekilde sürekli olarak genişlettiğini düşünmektedir. Etimolojik tahlillere boğmadan yazıyı, kelimenin bütün insan faaliyetlerinin kalıcı bileşeni olduğunu söylemek ise pek muhtemel. Buna göre bütün faaliyetlerimizin tutkalı olan bu kavramla bizler nasıl, ne şekilde ilgilenmeli, onu ne şekilde keşfetmeliyiz? “Dünya nedir” sorusuna nasıl cevap vermeli, ona nasıl yaklaşmalıyız? Onun uzak ve müphem özü veya varlığıyla mı ilgilenmeliyiz yoksa hemen yanı başımızda bulunan dünya ile mi? Yoksa ikircikli özünü, müphem varlığını ortaya koymaya çalışmak yerine, onun bizim için nasıl işlediği ile ve ondan ne anlam çıkarabileceğimizle mi ilgilenmeliyiz? Bu konudaki bakış açımız ne olmalı? Bir metafizikçi gibi mi yoksa bir antropolog gibi mi davranmalıyız? Ya da dünyaya kendi zaviyesinden bakan başka bir disipline mensup biri gibi mi?
Hangi alandan ve nasıl bakacağınız tercihi size kalmış bir şey ancak Hidegger’in tanımladığı anlamda “dünyanın müphemliği” (belirsizliği, kararsızlığı, muallaklık ve kapalılığı) sorunu çözülemez görünmektedir. O bir zorluk olarak bizimle kalmaya hep devam edecektir. Carnab, bu durumu Davidson’un “anomali” olarak ifade ettiğini belirtir. Sapaklık yani. Dolasıyla dünya kavramı, insan hayatında ortaya çıktığı her düzeyde ikircikli yapısını sürdürecektir.
Böyle olacak olsa da dünyayla ilişkideki temel farklılaşma düzeylerinin geniş bir formülasyonu olarak anlaşılabilecek tüm disiplinlerden herhangi birinin değeri, hali hazırda yaşanılan dünyayı reddetmeyip onunla ilgilenmemize izin verdiği ölçüde hesaplanabilir. Dünyanın varlığının insan toplumsallığındaki delili açık olduğuna göre onun reddine asla izin verilmemelidir. Bunu dikkate almak zorunda olan (sanattan felsefeye, dinden bilime) tüm alanların göz ardı edemeyeceği en temel gerçekse, insanların dünyayı şekillendiren failler olduğu gerçeğidir. Dünyayı şekillendirme çabası içerisinde insan, dünyanın kendi kendini yenileyebilen bir yönü olarak ortaya çıkacaktır. İnsan, dünyanın kendini yenileyen yönüdür.
Hasılı dünyalarımızın yenilenmesini ve daha yaşanılabilir olmasını istiyor isek, insanların etkin failler olabilmesini temin edecek koşulları aramalıyız. Bu uğurda hiçbir fedakarlıktan geri durmamalıyız. Her şeyden önce yaratıcı bir benlik inşasının önündeki düşünsel, kültürel ve bilumum engelleri kaldırmalıyız. Bu gayeyle onların bireyselliğini ve özgürlüğünü artırmalıyız. Bireyselliği gelişmemiş birinin, bireyliğinden dahi söz etmek kuşku götürürken onun özgün ürünler sunmasını ve dünyamızı yenilemesini nasıl bekleyebiliriz? Kanımca faalliğin en temel ilkesidir öz-gür-lük!
O halde gelin bu bağlam vesilesiyle o meşhur sloganı anımsayalım: LAİSSEZ FAİRE! Bırakınız düşünsünler. Bırakınız yapsınlar. Bırakınız inşa etsinler. Ve bırakınız dünyamızı yenilesinler. Aksi takdirde varlık yükünün altından kalkabilmek ve müphemliğe karşı durabilmek NE MÜMKÜN!
Bu arada günlerce ne aradığını bilmeden boşluğa yaptığım okumalar daha önce hiç bilmediğim alanlarla iletişim kurmamı sağladı. Öğrendiklerim önce tez, sonra da kitap haline geldi.
“Dini İmgelerin İnşa ve İfadesi” adlı kitabım sizlere emanet.
Bana katkı sağladığı gibi sizlere de katkılar sunmasını dilerim.
https://www.kitapyurdu.com/kitap/dini-imgelerin-insa-ve-ifadesi/636554.html&manufacturer_id=255311
Facebook Yorum
Yorum Yazın