Bayburt’un bir yamaç köyünden dünyaya seslenen Baksı Müzesi, sanat yolculuğunda 20.yılını “Anadolu Ödülleri” ile kutluyor.
Prof. Dr. Hüsamettin Koçan’ın doğduğu köye ve sanat dünyasına armağan ettiği Baksı Vakfı, Anadolu’daki üretime katkıda bulunmak için harekete geçti. Koçan, “Çağımızda kültürün en önemli sorunu küreselleşmenin çizdiği kültür haritalarıdır. Anadolu’muz insanlık için bir armağan. Ödülle Anadolu’nun birikimini evrensel ölçekte kültür haritasında yeniden gündeme getireceğiz” diyor.
Bayburt’un 45 kilometre dışında, zorlu yolları geçip tırmandığımız dik yamaçların sonu bizi Çoruh Vadisi’ne bakan tepenin üzerindeki Baksı Köyü’ne getiriyor. Sakin ama bir o kadar coşkun atmosferiyle sessizliğin çok şey söylediği nice Anadolu köyünden biri burası. Tam 20 yıl önce, burada doğup büyüyen sanatçı, akademisyen Prof. Dr. Hüsamettin Koçan’ın hayali işte tam burada filizlendi. Sanat yaşamı boyunca pek çok başarıya imza atan Koçan, doğduğu köye bir müze kazandırma fikriyle yola çıktı. Fikir 5 yıl sonra; 2005 yılında Baksı Kültür Sanat Vakfı’yla büyüdü, 2010 yılında ise Baksı Müzesi kapılarını açtı. En büyük destekçisi Baksı Köyü sakinleriydi… Hala öyle…
Baksı Müzesi, yıl boyunca ziyarete açık.
Geçen 10 yıl boyunca Baksı Müzesi “Mesafe ve Temas”, “Miro’ya açılan heykelli yol”, “On”, “Ayağımdaki Diken”, “Toprak”, “Nuri Bilge Ceylan Baksı’da” gibi sergileri izleyiciyle buluşturdu. Hem çevre köylerden gelenler, hem büyükşehirlerdeki sanat takipçileri hem de yurt dışından pek çok izleyici, bu köyde sanat için bir araya geldi. Müze; birçok çağdaş sanatçıyı ağırladı. Geleneksel koleksiyonu ile geçmişi bugünle birleştirdi. Olan bitene dünya da kayıtsız kalmadı. Avrupa Parlamenterler Meclisi tarafından verilen “2014 Yılı Avrupa Konseyi Müze Ödülü”nün sahibi oldu. Müze şimdi, doğduğu topraklara yeni sözler söylemek, yeni değerleri keşfetmek için kendi ödülüyle yola çıktı. Baksı Kültür Sanat Vakfı, Anadolu’nun ortak kimliğine katkıda bulunan üretimlere dikkat çekmek amacıyla 5 dalda verilecek Anadolu Ödülleri’ni hayata geçirdi. Doğan Holding sponsorluğunda dağıtılacak ödüllerin ilki Kasım 2020’de sahiplerini bulacak. Hem ödül hem hayalinin 20.yılını kutladığı şu günlerde Prof. Dr. Hüsamettin Koçan ile Baksı yolculuğunu konuştuk…
Öncelikle “Anadolu Ödülleri” fikrinin çıkış noktasını merak ediyorum. Böyle bir ödül verme fikri nasıl doğdu, nasıl şekillendi?
Bu sorunuzu yanıtlarken öncelikle Anadolu’nun zengin ve derin kültürel birikiminden söz etmem gerekiyor. Anadolu, konumu nedeniyle kültürel bir geçiş noktası oluşturmuş, olağanüstü bir coğrafya. Aynı zamanda, farklı dönemlerde farklı kültürlere ev sahipliği yapmış, yaşam ve üretim imkânları sunmuş bir bölge. Anadolu’muz insanlık için bir armağandır. Bizler, bu toprakların bugünkü sahibi olarak, söz konusu derin birikimden ve geleceğe aktarılmasından sorumluyuz. Elimizdeki bu zengin mirasın yarattığı kültürel derinlik, insan sevgisi ile çeşitliliğe duyulan saygı, bugün, Anadolu insanının ortak kimliğine ve değerler bütününe büyük katkı sağlamıştır. Bu birikime sahip çıkmanın, dönemin ruhuyla yeniden üretip, kendini katarak geleceğe aktarmanın çok önemli olduğunu düşünüyorum. Dolayısıyla, Anadolu Ödülleri’nin bu doğrultudaki projelerin saptanması, yüreklendirilmesi ve Anadolu birikiminin yeniden yaşama katılımı bağlamında bir itici güç olacağı inancındayım. Anadolu Ödülleri, Anadolu’nun birikimini evrensel ölçekte kültür haritasında yeniden gündeme getirmek düşüncesiyle Baksı Kültür Sanat Vakfı yönetimince kararlaştırıldı ve ardından yarışmanın uygulama çalışmalarına başlandı.
Ödül her yıl Müzecilik, Süreli Etkinlikler, Gösteri Sanatları, Arkeoloji ve Restorasyon olmak üzere toplam 5 ayrı dalda verilecek. Ödülün kapsamına da değinebilir misiniz? Ayrıca her yıl olması, ödülün değerini daha da artırıyor gibi…
Evet, haklısınız, ödülleri beş başlık altında vermeyi kararlaştırırken, bir önceki sorunuza verdiğim cevapta da değinmeye çalıştığım gibi, büyük kültür birikimini kapsayıcı bir ödüller yapısı oluşturmayı düşündük. Örneğin, Arkeoloji başlığı altında, zamanın örtüsü altında kalmış, hafıza oluşturan ve hayata çözüm sunan, tarihe ışık tutacak projeler hedeflendi. Restorasyon alanında verilecek ödül ile, geçmişe yaşama şansı veren ve gelecek kuşaklara bu eserleri aktaran girişimlerin desteklenmesi amaçlanıyor. Müzecilik başlığı altında doğrudan müzecilik ile ilgili gerçekleştirilmiş projeler; Süreli Etkinlikler’de bienaller ve sergiler; Gösteri Sanatları başlığı altında ise festivaller ve gösteriler dikkate alınarak, Anadolu Ödülleri kapsamında bu coğrafyadaki çeşitliliğin ve belleğin temsilini amaçlıyoruz. Ödüllerin her yıl verilmesini istedik. Ödül süreleri ve başlıklar gelecekte yeniden değerlendirilebilir, nitekim ödül yönetmenliğimiz bu konudaki kararları uygulama ve değiştirme yetkisini yönetim kuruluna veriyor.
DURUMA GÖRE TUTUM ALAN KENDİSİNİ YÖNSÜZLEŞTİRİR
Sizinle “Ayağımdaki Diken” sergisinin açılışındaki sohbetimizde Baksı Müzesi için “Küreselleşme tarafından, her şeyi kimliksizleştirerek tayin edilen kültürel coğrafyaya bir itirazdır. Biz yeni bir enerji oluşturacağız” demiştiniz. Anadolu Ödülleri de bu amaca hizmet edecek gibi. Ne dersiniz? Anadolu Ödülleri’nin kültür dünyasına sözü ne olacak?
Niyetimiz elbette bu. Konulara ya da durumlara göre farklı tutum alan kurumlar kendilerini yönsüzleştirir. Özellikle de sanat ve kültürel birikim söz konusu ise bu tehdit giderek daha etkili olabiliyor. Kişisel olarak sanatımın ana odağı, konusu büyük bir oranda Anadolu kaynaklıdır. Akademik hayatım ise, Anadolu halk resimleri araştırmasıyla başlayan, Anadolu temasının etkili olduğu bir eksende ilerledi. Günümüz sanatçısı olarak, kişisel belleğimin izinde yeni sonuçlar üzerine yaptığım araştırmalar beni doğrudan, Anadolu coğrafyasının derin, gizemli, zengin, ufku geniş kültürü ile karşılaştırdı. Çağımızda kültürün en önemli sorunu küreselleşmenin çizdiği kültür haritalarıdır. Bu haritalar karşısında direnebilmenin hem insan için, hem de kültür mirası için çok değerli olduğunu düşünüyorum. Kişisel, bana ait, özgün öykümün varlığına inandığım gibi, herkesin böyle bir şansı olduğunu düşünüyorum. Belki de küreselleşme karşısındaki direncimiz bu olmalı. Anadolu Ödülleri, zaten gerçekte merkez olan Anadolu’yu yeniden, bir alternatif olarak kültür tarihine önermek şeklinde okunabilir; belki de haddini aşan bir amacımız var.
Kültür piyasasının merkezi İstanbul. Fakat Anadolu’da da muhteşem bir üretimin olduğunu, bireysel ve kolektif girişimlerin varlığını duyarız ama göremeyiz. Anadolu Ödülleri bu noktada, Anadolu’daki üretimi görünür kılma noktasında bir misyon üstlenecek diyebilir miyiz?
Çok haklısınız. Aslında biz her şeyi bir piyasa meselesi gibi algılamaya başladık. Neredeyse her şeyi; sevgiyi, saygıyı, dayanışmayı hatta yaşamı yücelten edebiyatı, sanatı, felsefeyi... Ancak hayaller kuran ütopyacılar, yaşamın vicdanı olan sanatçılar ve girişimciler hala değerleri korumak ve çoğaltmak için çaba sarf ediyorlar. Ben bütün güçlerin piyasanın elinde olduğuna inananlardan değilim. Ona inananlar için de çok övücü şeyler söyleyemem. Bizim hedefimizde tarihi, kültürü, değerleri ve gelecek beklentileri olan özne var. O özneye daha çok güveniyoruz. Biz Baksı’da bunun küçük bir deneyimini yaşadık. Anadolu Ödülleri de bu deneyimin ikinci adımı olarak kültür tarihimizde yerini alsın isterim.
“PİYASA” İNSANI KENDİSİNE YABANCILAŞTIRDI
Anadolu’nun kültürel mirasından ve yaratıcılığından beslenen işleri cesaretlendirmek ve görünür kılmak neden önemli sizce?
Bir önceki sorunuzda küçük ölçekte tartıştığımız piyasa, bir yandan bireyleri küreselleştirip kimliksizleştirirken diğer yandan kitle kültürünü empoze ederek insanın kendine yabancılaşmasına neden oldu, bunu hepimiz biliyoruz. Bu bağlamda, kültürüne, kendine sahip çıkan ve yaşama anlam katmayı birincil derecede önemseyen girişimleri dolaşıma sokmak ve onu bir model olarak yaşamda çoğaltmak, bu konuda önemli bir işlev üstlenecektir diye düşünüyorum.
Ödülü Baksı projesinin 20. yılına özel olarak hayata geçiriyorsunuz. Baksı Müzesi, manifestosuna uygun şekilde Türkiye’de ve dünyada karşılık buldu. Geri dönüp baktığınızda, Baksı’nın 20 yılı nasıl geçti?
Baksı’nın yirmi yılı aslında bizi çeşitli tavırlarla karşılaştırdı. Bunlardan birincisi, kayıtsız şartsız bu projeyi destekleyen sanatçılar, çocuklar, kadınlar, gurbetçiler ve sanatseverler. Bu gruba gülümseyen grup diyebiliriz. İkincisi dağın başında müze mi olur, müzenin üretimle ne ilişkisi var diyen modernistler. Üçüncüsü ise eşraf ve resmi kurumlar. O da kuşkucuları oluşturuyor. Bu üçlü aslında her durumda, hayatın her kesitinde neredeyse karşımıza çıkar ama yenilikten yana olanlar, kendi yaşamına saygı duyanlar ve olup bitene uzaktan bakabilme şansı olanlar bu projenin hep yanında oldular. Bu da bana insanlık ile ilgili çok önemli kazanımlar sağladı. Şunu da belirtmeden geçemeyeceğim; sürdürülebilir enerji, adanmışlıkla buluşabilirse aşılmayacak sorun kalmıyor.
KÜLTÜRÜN İÇİNDEKİ FİLİZLERİN PEŞİNDEYİZ
Siz hep köklerinize atıf yapıyorsunuz. Sanat anlayışınız ve buna paralel olarak verdiğiniz eserlerde hep bellek kavramı ön planda. Özü yakalamak meselesinin sizdeki önemi nedir?
Aslında bu sorunuzun cevabını Anadolu Ödülleri’ni ve sanatımı tanımlarken dolaylı olarak verdiğimi düşünüyorum. Ayağımdaki Diken sergisinde “Kökler” adlı bir düzenleme yapmıştım. Ağaçları altüst ederek köklerin karmaşasını yukarı koymuştum. Böylece kök ve kökenin beslediği ve bize meyve sunan ağacın gerçek karmaşasını kökten aldığını söylemeye çalışmıştım. Biz o gerçek karmaşa olan kültürün içerisinden insanlık için yeni filizler üretmenin peşindeyiz. Koruma çabaları da, yeninin peşinde olmak da hep Anadolu’daki o derin ve karmaşık zenginliğin ilhamıyla yeni filizler üretmeye çalışmanın sonucudur.
Türkiye’nin sanat gündeminde “Sanatçı kendi toprağından kültüründen beslenmeli mi?” sorusu zaman zaman gündeme gelir, tartışılır. Siz ne düşünüyorsunuz bu konuda?
Böyle bir soru var, evet. Ancak bunu sadece kendi kültürü ile sınırlandırırsak, evrensel olanı bağlam dışına itersek, sanatçının entelektüel kapasitesini kısıtlamış, onu zanaatkâr konumuna sokmuş oluruz. Benim üstünde durduğum, özne diye vurguladığım yaratıcı birey, entelektüel kapasitesi olan ama kendi gerçek kültür ortamını sahiplenmiş kişidir. Bu nedenle, sanatçıya önerimiz kendisi olması, kendi hikayesine sahip çıkması ve insanlığın birikimlerinden yararlanmasıdır.
Üretmek bir halk işi
Kıraç bir tepede müze kurma fikrinin hayalinden, 20. yılını kutladığınız bugüne uzanan süreçte sizin s erüveninize neler kattı Baksı?
Bu proje ile eve gittiğimi düşünüyorum. Bir şeyi hedeflemenin değil, o şeye emek vermenin doğru tutum olduğunu düşünüyorum. Dolaylı etkilerin etkisinden kurtularak insana daha yakın olabileceğimizi öğrendim. Bir de üretmenin bir halk işi olduğunu, hep birlikte üretirsek ideal insana ve hayata ulaşabileceğimizi öğrendim.
Pandemi sürecinde çaresizliğimizi gördük
Biraz daha güncel başka bir soru daha sormak istiyorum… “Gittikçe dijitalleşen, günümüz dünyasında, yerel birikimlere, kentsel ve kırsal hafızaya sahip çıkmak giderek daha fazla önem kazanıyor” diyorsunuz. Pandemi süreciyle birlikte aslında öze dönüşün, kırsalın, doğanın önemi daha çok anlaşıldı gibi… Bu konudaki yorumlarınızı merak ediyorum…
Değişim kaçınılmaz. Ancak değişimin yarattığı akıntıya kapılarak sürüklenen insan zor durumda. Bu nedenle özne olmanın altını sürekli çiziyorum. Bu akıntının içinde kendimiz olarak var olmayı başarabilirsek, insanı araçsallaştırma projesine karşı çok küçük de olsa bir umut üretmiş oluruz. Kırsala sahip çıkmak, aslında küreselleşmenin ve piyasanın yeni keşfi değil. Doğayı araçsallaştırmak, doğanın kendi kurallarını hiçe saymak, daha doğrusu doğayı yok ederek mutluluk arama çabaları pandemi sırasında ne kadar çaresiz kaldığımızı bize gösterdi. Bu açıdan değişimin bizi yönetmesi yerine, bizim değişimi tayin etme ve yönlendirme çabasında olmamız gerekir. Ve aslında sanat da bunu yapar. Hem değiştirir, hem sahiplenir, böylece mutluluğu ve barışı yüceltir.
Yorum Yazın